Avrupada 2008 yılı Yeni gezi notlarından birkaçı

Bursa; 19.11.2008

Avrupada 2008 yılı Yeni gezi notlarından birkaçı


Sevgili okurlar, 15 gündür Bursada değildim.

Gelin bu kriz döneminde değişik konulardan bahsedelim derim.

Efendim, böylece bu haftayı biraz daha değişik konularla geçirmiş olur ve daha sonraki haftalara da üzerinde düşünülecek, eğlenilecek, gülünecek konular devretmiş oluruz.

Söylemesi ayıp derler ama ben yine de söyleyeceğim.

Benim enteresan meraklarım, işlerim vardır. Mesela, çizgi roman okumak, her hafta bir roman okumak, gezmek, yazmak, sinemaya-tiyatroya gitmek vs. vs. gibi veee gazetelerden kupon toplamak da bu enteresan işlerin bir tanesidir. Ben bir gazeteden 59 kupon topladım. Yapılan çekilişte Avrupada dil kursu çıktı bana. Ama yedeklerdeydim. Bu kursa katılacağım konusunda hiç de umudum yoktu. Fakat hakikaten şans mı diyelim, yoksa krizin etkisi mi veya AB ülkelerinden vize almanın zorluğu mu? Bir çok kimse iştirak edememiş ve yedeklerde olduğum halde bana da sıra geldi ve 1 Kasım günü 2 otobüste 100 kişilik bir topluluk, şu güzergahta yola çıktık.

İstanbul, İpsala, İskeçe, Gümülcine, Kavala, Selanik, Atina, Korent Kanalı, Patras, Bari, Napoli, Roma, Cenova, Nice, Monte Carlo, Cannes, Lyon, Paris, Alpler, Mt.Blanc tüneli kanalıyla İtalya, Venedik ve Mestre, Verona, Ancona, İgounemitsa, Epir Dağları, Yanya,Yanya Gölü, Kalambaka, Kavala, İpsala ve sevgili vatanım, dünyanın en güzel şehri İstanbul ve Bursaya yola çıkış.

Nasıl, geziyi sayarken ve okurken bile yoruldunuz değil mi? Evet biz de çok yorulduk.. Ama bu mutlu bir yorgunluk idi.

Dil veya lisan kursuna gelince, yabancı öğretmenler nezaretinde günde 4 saat İngilizce, tabii ne kadar yapılabildi, koca adamlar olan bizlerin bazen nasıl dersi kaynattığımız görmeye değerdi.

Seyahat anılarını daha sonra her bir şehir için ayrı ayrı yazacağım.

Bu yazımda sadece bazı anekdotlar ve özel durumlardan bahsetmek istiyorum.

1. Kavalada öğle yemeği.

Yanımıza 75 yaşında olduğunu söyleyen bir Kavalalı yanaştı ve Türkçe konuşmaya başladı. Almanyadan emekli olmuş. Bu Avrupa Birliği bizi kandırdı. Bize boyuna borç veriyor. Kandırıyor, sonra bizden para isteyecek. Bakın burada bulunan gençlerin en az % 40 oranında kısmı işsiz. Bunlar yarın öbürgün ne yapacak? Hırsızlık soygunculuk. Neden? Çünkü fabrikamız yok, hiç imalatımız yok diyor.

Tam o esnada yeni biri yanımıza yanaşıyor. Bunun dedeleri Niğdeli imiş ve adam bayağı Orta Anadolu Türkçesi konuşuyor.. O da aynı şeylerden ve bu arada Türkiyenin güzelliğinden, büyüklüğünden bahsediyor.

 

Bu konuşmalar benim için yabancı konuşmalar değil, daha önce yaşadığım tanıdık, bildik konuşmalar. Ancak turdaki diğer insanlar için çok değişik ve bilmedikleri, inanamayacakları konuşmalar.

2. Geri dönüşte İgounemitsa denen bir limana geliyoruz. Bu limana gelmeden önce Korfu Adası ile Arnavutluk sahilleri arasından geçiyoruz. Ada ile Arnavutluk sahilleri bir taş atımı mesafede. Gemicilerle dalga geçiyorum. Ama bu benim de içimi yakan bir dalga geçme. Yahu diyorum, bakın ha Meis adası, ha Korfu, hep bir ülkenin dibindeki adaları siz almışsınız. Bu neden böyle, neden oluyor? Tabii ses yok.

3. İgounemitsadan sonra bir yola vuruyoruz. Epir dağları, dik, sarp dağlar. Yol ise Avrupa yolu değil, bizim artık olmayan 15 sene önceki Datça yolları. İçimiz dışımıza çıkıyor. Ne o buradan Kalambakaya gidecekmişiz. Önce Yanya şehrine geliyoruz. İç kaleye giriyoruz. Bey konağı, bütün haşmetiyle duruyor. Müze yapmışlar. Biri Fethiye Camii olmak üzere 2 cami boynu bükük duruyor. Toplar, top mermileri, kavuklu Türk mezarları. İmarethane. Neyse ki buradaki izlerimizden bir kısmı duruyor. Kafile bir kaç tane Türkçe konuşanla karşılaşmış. Yanya Gölünü de görüyoruz. Bu dağlar arasında Tepedelenli Ali Paşa yaşamış, Osmanlıya ihanet etmiş, kafa tutmuş ve kafa tutanın kellesi alınır yasası gereği, kellesini vermiş ama Yunan isyanının da maalesef temellerini atmış. Burada Osmanlıya kafa tutabilmek için Yanya Gölü üzerindeki adada Hasan Sabbah gibi bir sahte cennet yaratarak insanların beynini yıkamış ve insanları kullanmış.

Epir dağlarının her tarafı haç ve manastır dolu. Yunanlılar, İtalyanları bu dağlarda durdurup yenmişler.

4. Meşhur Kalambakaya geldik. Bu kadar viraj sonucu o dağlara geleceğimizi bilse idik herhalde gelmeyi reddederdik. Kayalıklar üzerinde Meteora Manastırı ve 26 manastır daha. Bu dik kayalara papazlar sepetlerle çekilirmiş bir zamanlar. Bir lokantada yemek yiyoruz, 4-5 papaz içeriye girdi. Biri benim yanımda durdu. Herhalde 2,15 falan vardır. Tam bir dev. Rusyadan gelmişler, Kalambaka kiliselerini ziyaret edeceklermiş. Anlaşılan Rusya, yine Ortodoksların hamiliğine soyunacak. Yeni atılımlar yapmaya çalışıyor galiba.

5. Roma, Paris daha önce bahsettiğim gibi. Cıvıl cıvıl turist dolu, sokak satıcıları dolu ve hiç kimse ekonomik krizden bahsetmedi. Milano ve Torino yakınlarından geçerken fabrikaların bacalarının tüttüğünü gördüm, ama üretim ne kadar düştü bilemem. Yalnız buralarda korkunç bir hava kirliliği vardı. Biz daha iyiyiz. 

6. Venedike gelince, yine turist dolu. Meşhur Rialto Köprüsünü gezdik. Bursadaki Irgandı köprümüz, Frenze (Floransa) Köprüsü ve Sarajevo köprüleri aklıma geldi. 

7. Bu seyahatte yeni bir şey gördüm. Artık Mc Donaldsa gönül rahatlığı ile gidemeyeceğiz. Maalesef Bacon (domuz etli) Mc Donalds da var artık. 

Evet, işte size seyahat anılarından küçük bir demet, şimdi gelelim ülkemizde neler olduğunu, onları da gelecek haftalarda gündeme getirelim. Ne dersiniz?

 

Cevdet Akçakoca