Delimidir nedir

Deli midir nedir?

26 Ağustos 2021 Perşembe, 15:35

Daha önce yayımlanan NASIL ARTİST OLAMADIK başlıklı yazımın ikinci kısmında DUBLAJ SANATKARI OLACAKTIK AZ DAHA başlığı altında Mustafa Karabasmaz'dan bahsetmiştim.

Mustafa Karabasmaz sonradan şizofreni geçirmişti.

Maalesef Samsuna dönmüştü.

Yıllar sonra vefat ettiğini duymuş, nasıl olduğu konusunda kesin haberler alamamıştım.
Life Bursa'da yayımlanan yazımdan sonra, aynı dönemde bizimle birlikte Yüksel Öğrenci yurdunda kalan Samsunlu arkadaşım Ramazan Türkdönmez, Arkadaşımız Mustafa Karabasmaz ile ilgili bir yazı göndermiş.

Arkadaşlık bu işte.

Bakın 60 yıl sonra bile bir şekilde haberleşebiliyor ve birbirimize bilgi verebiliyoruz.

Şunu da belirtmek isterim ki Ramazanla 1969 yılından sonra bugüne kadar hiç görüşemedik, ancak sosyal medya ile haberleşebiliyoruz.
Şimdi Ramazanın açıklamalarını yazımda paylaşmak istiyorum.
Yıl 1963 şubat ayının sonları olacak, hava çok soğuk karlı.

Samsun'dan İstanbul'a Çemberlitaş'taki Yüksel talebe yurduna geliyorum.

Bir gece önce Mustafa Karabasmaz'ı gördüğüm için gözüm Mustafa'yı aradı. Göremeyince,
-- "Mustafa nerede?" diye sordum. Arkadaşlar
-- "Mustafayı yatırdık" deyince;
O sırada gördüğüm rüyanın da etkisiyle mezara anladım. O ara paniklemişim;
-- "Ne diyorsunuz?" diye bağırdım.
Mustafa ailesiyle Samsun'da ikamet eden bir arkadaşımız.

Samsun Ticaret Lisesini bitirmiş İ.T.İ. Akademisinde okuyor.

Ailesinin maddi durumu çok bozuk, kendi halinde bir kişi. Okula devam edebilmek için, Sirkeci büyük postane arkasında bir iş hanının karanlık bir odasında çalışıyor.

İşine günde 3 - 4 tane gelebilecek telefonlara cevap veriyor.

Mustafa günde en az 3 gazete okuyor. Köşe yazarlarını eleştiriyor onlara cevap veriyor.

Felsefe kitaplarına dalıyor. Felsefe dersi hiç görmemiş.
Zamanla kendi kendine konuşmaya başlıyor.

Yurda gelince bizlere nutuk çekiyor ve saçmalıyor.

Hatta bir gün Piyer Loti caddesinden aşağıya doğru yurda gelirken kendi kendine ve yüksek sesle, okuduğu bir yazıyı seslendiriyor.
-- Kilci geldi haa, kilin eyisi haa, ve benzeri ifadeler.

Mustafa'nın ölmediğini ama Bakırköy akıl hastanesine yatırdıklarını söylediler. Ben ertesi gün hastaneye (tımarhaneye) gittim.

Adını verdim.

Bekle dediler.

Biraz sonra (8) hasta birbirlerinin el ve ayaklarından ZİNCİRLE bağlı olarak geldiler.

Bu durumu ancak tarihi filmlerde işkence sahnelerinde görebiliyorduk.
Dışarıda hava çok soğuk kar fırtınası var.

Hastanenin içi de çok soğuk.
Mustafa'ya seslendim ayağa kalktı. Başlarındaki görevli;
- Otur dedi, oturdu.
İzin aldım, zincirleri çözdürdüm.

Bana ilk sözü "Sülü nerede bana söz vermişti" oldu.

Sülü dediği Başbakan Süleyman Demirel.
Doktoruyla görüştüm.

Mustafa'nın üniversite öğrencisi olduğunu, kimseye bir zararı olmadığını ve günlük yaşantısından bahsettim.

Zincirleme olayının hastayı daha çok hastalandıracağını, oysa zinciri çıkarılırsa ve bir şeyler okuyabilirse 2 günde sakinleşebileceğini düşündüğümü söyledim.

İyi bir doktormuş.

Bir görevli çağırdı.

Mustafa'nın bir veya 2 kişilik bir odaya yatırılması ve günde 2 gazete verilmesini söyledi.

Bir hafta sonra ziyaretine gittiğimde, kaloriferli bir kişilik bir odada ve önünde gazetelerin de bulunduğunu gördüm.

Doktoruna teşekkür ettim.

Üç gün sonra Yüksel Talebe Yurduna hastaneden telefon geldi.

"Hastanız taburcu oluyor" diye.

Hemen hastaneye gittim.

Mustafa'yı alıp Sultanahmet'e geldik ve Akademinin o küçük kafeteryasında oturduk.

Çay içtik.
Cebinden Bafra sigarasını çıkardı, alakamız olmayan, tanımadığımız ve yan tarafımızdaki masada oturan kızlara tuttu.

Kızlar tabi doğal olarak almadı.


Mustafa "Bizim sigaramızı beğenmediler" dedi.

Kız da arkadaşına döndü:


-"DELİ MİDİR NEDİR?" dedi.

ALLAH 'tan Mustafa kızın dediğini duymadı. Yoksa orada büyük bir çıngar çıkardı.

Evet Mustafa ile böyle bir anımız olmuştu.

Bir daha Mustafa'yı göremedim ama haber alıyordum. Tekrar birkaç kere hastaneye yatmış. Daha sonrada ölüm haberini aldım.

ALLAH RAHMET ETSİN. MEKANI CENNET OLSUN.

AMİN.


Değerli dostum, sevgili kardeşim Ramazan'ın yazdıkları bunlar.

Tabii burada tarihi biraz karıştırmış.

Tarihin 1963 değil, üç yıl sonra 1966 yılı Şubat ayı olduğunu hatırlıyorum.
Burada gördüğünüz gibi, esas konulardan biri o zamanki fakirlik.

Yoksulluk.

Ayrıca okuduğu meslek lisesinde, ticaret lisesi bile olsa, felsefe, mantık gibi dersler olmadığı için birdenbire ağır felsefi konuların etkisi ve asıl önemlisi de bu bilgilerle, yazı yazması. Yazıların çok beğenilmesi.

Bu durumda Mustafa kendini birçok kimseden üstün hissediyor.

Kendisi bir çok kimseden üstün olmasına rağmen düşündüklerini gerçekleştirememesi, cebinde para olmaması, hele hele kızlarla rahat konuşamaması gibi problemlerle karşılaşması sonucu o dönemdeki bir takım arkadaşlar gibi maalesef tam tabirle kafayı sıyırmıştı.
Anılar bazan böyle acı olabiliyor.